Gelişmiş ve hesabını bilen ülkelerde kamu binaları ortalama 50 ila 100 yıl kullanılıyor. Bizde ise daha 30-40 yaşındaki yapılar “artık yetersiz” denilerek yıkılıyor. Peki neden? Gerçekten yetersiz mi, yoksa biz mi baştan plansız yapıyoruz?
Kalkınmış ülkeler kamu binalarını yıkmadan önce her yolu dener. Binayı güçlendirir, genişletir, modernize eder. Ek binalarla çözüm üretir. Yıkım ise en son başvurulan ve oldukça pahalı bir seçenek olarak görülür. Çünkü yıkmak, sadece duvarları değil, bütçeyi de sarsar.
30 Yıllık Binaya Mezar, Ekonomiye Zarar
Türkiye’de ise tablo farklı. Birçok kamu binası daha 30 – 40 yaşını göremeden yerle bir ediliyor. Oysa bu binalar doğru planlama ve bakımla çok daha uzun yıllar hizmet verebilir. Ama işin kolayına kaçılıyor: Yık ve yeniden yap. Yeni bina elbette daha gösterişli oluyor ama kamu hizmeti geçici binalarda aksıyor, kaynaklar hızla tükeniyor.
Betona Gömülen Bütçeler
Bu anlayış, ülke ekonomisi için büyük bir yük. Bir kamu binasını yıkıp yeniden yapmak, onu modernize etmeye göre 3 ila 5 kat daha pahalıya mal oluyor. Dahası, enerji israfı, doğaya verilen zarar ve kent hafızasının silinmesi de cabası.
Peki tüm bunların arkasında ne var? Elbette ihtiyaçlar var, ama sadece ihtiyaçlar mı? Yoksa bu hızlı yıkım ve yeniden yapım tercihlerini asıl yönlendiren rant odaklı kararlar mı?
Kamu binalarının arsaları, genellikle şehir merkezlerinde ve yüksek değerli bölgelerde yer alır. Yeni bina yapmak, sadece hizmeti yenilemek değil; çoğu zaman yeni ihaleler, yeni ilişkiler ve yeni çıkar alanları demektir. O yüzden bazen yıkım bir zorunluluk değil, tercih edilen bir fırsat haline geliyor. Olan ise yine bütçeye, doğaya ve kamu vicdanına oluyor.
Eğer sürdürülebilir bir gelecekten söz edeceksek, binaları da tıpkı insanlar gibi yaşatmayı öğrenmemiz gerekiyor. Her eski bina yıkılacak diye bir kural yok. Önemli olan, onu nasıl yaşatacağımızı bilmek.
