Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Gonca Anıl

LÜKSLEŞEN HAYATIMIZIN FUKARALARI

Evin dağılmadığına sevinirken buluyorum kendimi bazen, bir bakıyorum ki evde oyun eksilmiş, neşe uzaklaşmış sanki… Çok geçmeden anlıyorum ki çocuk, bir sevinç fıskiyesi… Bir bir etrafa saçtığı oyuncaklarla neşe dağıtıyor aslında. Hiç dağılmayan evlerde çocuk ruhunun eksik kaldığını görmek ne acı…

Oysa evler genişliyor.  Genişledikçe konforumuz artar, çocukların bol bol oyun alanı olur diye umarken, sanki bodruma kaldırılması gerekenler listesinin başında yer alıyor çocuk… Sanki çocuk ve oyuncak eksilse evden, hafifleyecek hayatımız. Oyunlar bitse, kafamız dinlenecek… Bitip tükenmeyen işlerle boğuşuyoruz çünkü. Bir kolileyip kaldırsak çocuğumuzun çocukça hareketlerini, her yer derli toplu olacak sanki… Kendi keyfimize keyif katarken, çocuklar hayatımızda sanki fazlalık.

Küçücük boylarıyla yaşama telaşındalar oysa büyük bir çaba içerisinde hayatı tanımaya çalışıyorlar her bir adımlarıyla.

Banyoda su oynamak istiyor çocuğumuz, suyla oynanmaz, üşürsün deyip kapatıyoruz musluğu. Hem de su israf olmasın diye. Bulaşık makinasına koyacağımız tabakları bile litrelerce suyla yıkayıp paklarken harcadığımız suya acımıyoruz da, çocuğumuzun oyun ihtiyacını karşılayacak, negatif enerjisini atacağı bir kap suyu mu çok görüyoruz?

Mutfakta hamur oynamak istiyor çocuğumuz, un, fasulye ya da makarna… Elinden çekip alıyoruz nimet diye, nimetle oyun olmazmış… İsraf etmek günahmış… Doymuş midelerimize fazla fazla gönderdiğimiz yiyeceklerle yaptığımız israf olmuyor da, çocuk halleriyle dokunup, tadıp, biraz da dağıtıp, pek çok şey öğrenecekleri yiyecekleri neden küçük ellerden sakınıyoruz?

Salonda oynamak istiyor çocuğumuz, koltukların üstünden atlamak, sandalyelerden tren yapmak istiyor…  Belki ayda bir gelecek ağır misafirler için temiz, düzenli hazırda bekletiyoruz ama o evde bizim kadar hakkı olan çocuklarımızı evin en büyük ve belki de en heyecanlı alanından mahrum bırakıyoruz. Misafirlerimizin düzenimize hayran kalması daha mı önemli ki onları iteleyerek değersiz hissettiriyoruz?

Yatak odasında oynamak istiyor çocuğumuz, yatakta zıplamak, belki giysileri giyip çıkartmak istiyor… Onların neşelerinden daha ağır basıyor ki düzen telaşımız; yatağın yayları bozulur diye, çarşafları yeni yıkadım, giysileri yeni topladım, diyerek yine kapatıyoruz kapıları yüzüne.

“Git odanda oyna.” diye odasına gönderdiğimiz çocukların odalarında ne kadar alan var koşacak, coşacak? Koca koca mobilyalarla onlara konfor sunduğumuzu zannederken, hayatlarından çaldığımızı göremiyoruz.

Çocuklar yorgun ve zamansız anne babalarıyla şehir hayatının çıkmazındalar ve artık dışarıda oynayamıyorlar. Eskiden küçük evlerin büyük bahçelerinde özgürce koştururdu çocuklar. Artık maalesef pek çok çocuğun oynayacağı alan evinin metrekaresiyle sınırlı… Onu da kırpa kırpa, küçücük kafeslere kapatılan kuşlar gibi özgürlüklerini ellerinden alıyoruz.

Bugün her uzandıkları yerde engeller çıkarttığımız çocuklarımızın bedenlerinin, duygularının ve zihinlerinin gelişimine ket vuruyoruz. Yarın düz yolda yürüyemeyen, bir bardağı kırmadan götüremeyen, bir yere çarpmadan hareket edemeyen çocuklar yetişiyor. Kendilerini değersiz hissederek, incitilmiş olarak büyüyor çocuklar. Hem de ankastre mutfaklarla, lcd ekranlarla lüksleşen hayatımızın fukaraları onlar… “Nerede oynayayım anne?” diye sorarak gözlerimizin içine bakan çocuklarımız,  “Ben nerede yaşayayım baba?” dercesine can çekişiyor pahalı evlerimizin duvar diplerinde.

Koskoca evlerimiz, pahalı eşyalarımız var ama küçücük yürekleri sığdıramıyoruz içine… Her şey tam ve kusursuz görünüyor belki ama hayatımızda kocaman bir eksik var.

Kapının kenarında ürkek gözlerle bekliyor çocuklarımız, hayatımıza kabul edilmek üzere…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER